7 Mayıs 2020 Perşembe

Eski gazete arşivi

Güzel site. Eski gazete sayıları gün gün sayfa sayfa var. Kupur falan da zamanla ekleniyor. Girin girdirin efen'im. https://www.gastearsivi.com

19 Aralık 2017 Salı

Yeni kafa yahut kuru kafa

Ali Nazima Bey tarafından yazılmış, tarihi meçhul, tiyatro şeklinde giden ufak bir eser. "Bütün insan", "insan taslağı" sembolizmini  tam anlayamasam da eski kafayı eleştirip bilimsel düşünceyle çalışan yeni kafanın geçerli olmasını savunuyor gibi görünüyor.

Orijinali

Latin alfabesine çevrilmiş hâli

Parantez içinde soru işaretli yerler çözemediklerim. Gördüğünüz eksik/yanlış bir kısımları bildirebilirseniz mutlu olurum.


24 Ekim 2017 Salı

alacak defteri

Suratımın beton zemine çarpıp, dişlerimin elime döküldüğü, oluk oluk kanın beyaz okul gömleğime aktığı o günün sabahı var ya, işte o günden beri alacaklıyım. Doyası atamadığım kahkahalarım var, ağız dolusu küfürlerim hiç edilmemişinden, alacaklıyım dünyanızdan. Çocukluk başlı başına bir keder, çocukları çok sevin. Ama ben yine de alacaklıyı, ısrarlarınızı, tenkitlerinizi, azıcık iyi hissetsek gelip yüzümüze çarptığınız bir türlü mantıklı bir anlam katamadığınız ifadelerinizi alın gidin. "Hayırdır inşallah" diyerek dinlemeye başlayıp, asla hayra yormadığınız rüyaları var ya hani çocuklarınızın, ben böyle bilgeliğin... Örfüne adetine çoktan razıyken, kadınlarınızı töresinde boğduğunuz coğrafyalarınızın hayranıyım, ayağımın altından çekip aldığınız toprak için de alacaklıyım sizden. Bu dünyanın bana bir toprak borcu var, el değmemişinden bir toprak, nazar değmemişinden, uzaya çıkmışından, kahramanlarına kin kusmayanından, insanını seven, hayvanını seven, çocuklarına tecavüz etmeyen, kimsenin duasını silahla, kurşunla bölmeyeninden, kök salabileceğim, çoğalabileceğim, bölmeyeninden, neslimi emanet edebileceğim. Nedir çocuklarla alıp veremediğiniz, söylesenize bu dünyada hangimizi diğerinden az dövdüler?

Doğup büyüdüğüm evin duvarlarını alacaklıyım kentinizden, dönüşümünüzden, doğup büyümeyi de alacaklıyım, karanlığınızda hayatta kalmak başlı başına mucizeyken durup dururken uzayan saçlarımdan bile kendinize pay çıkarışınızı geri alacağım. Tertemiz, dümdüz, yokuşsuz kaldırımlar var alacağım, şehrin bir ucundan öteki ucuna giyemediğim topuklu ayakkabılarımı, öyle aman aman bir güzelliğim olmasa da sırf yolda yürüdüğüm için işitmediğim laf kalmayışını, dönüp cevap versen iş atıyor sanırlar, vermesen cesaretin paramparça, cesaretimi alacağım, o yürüyüşleri de, yürüyüşün her türlüsünü geri alacağım sizden. Üç bin liraya kiraladığınız bodrum katlarınıza kazacağım mezarlarınızı, yakacağım kalplerinizi kazan dairelerinde. Kazanlarda yalnızca aşure olmalı, alacaklıyım, külçesi yetmiş liradan ceviz var yersen, ölüm var oğlum, ölüm bu hayatta, sen de istersen. Sanki "Çirkin ol bakiym" demişsiniz bütün evlatlarınıza, olmuşlar onlar da ama çözmemişsiniz geri. Bozmamışsınız gibi hiçbir büyüyü, bahtımız hep kara, hep eğri büğrü. Hiçbir şeyim olsun istemedim, hiç kimseyi istemedim kendime, mülklerinizden bıktım, birbirinizi mülk edinmelerinizden. Tadımı kaçırdınız iyice, çenenizle, akşam kahvelerinde getirdiğiniz gevişlerinizle, fillerinizle talan ettiğiniz bahçelerimize dönüp bakamadık Candide ve ben, bahçelerimi alacağım sizden. Yanınıza kâr kalır sandığınız her bir kötülüğü söküp alacağım nerenize yapışmışsa oradan ve koşarak uzaklaşacağım. Olimpiyat madalyalarım var, alacaklıyım, koşmada, yüzmede, sahi biz niye atlayamıyoruz yüksekten, niye sırıkla bile atlayamıyoruz ya biz, acaba ne zaman azıcık zıplasak ayaklarımızdan tutup aşağı çektiğinizden olabilir mi? Ben bisiklete binmeyi iki tekerli Beldesan'da öğrendim, ayaklarım yere kavuşmuyordu, acaba hiçbir şeyi yaşımıza göre aldırmayışınızdan mı başlayayım sayıp sövmeye?

Nikahlarınızı, nikahlarınızı kimin kıyacağı üzerine kavgalarınızı, cenazesine gitmediğiniz acı kayıplarınızı, boykotlarınızı, bir acı kader sonucu geçirdiğiniz cinnetlerinizi, tek bir dizesini ezbere bilmediğiniz "ölümsüz" şairlerinizi, sınav sistemlerinizi, "çok özledim"lerinizi, "kuzum"larınızı, genel olarak özlemlerinizi, icatlarınızı, başına tbt yazmadan göstermeye cesaret bulamadığınız gençlik fotoğraflarınızı, gençliğinizi, kapıldığınız intibalarınızı, heşteglerinizi, bir kitabı her paylaşınca okumuş kadar olmalarınızı, artık evinize çiçekle gelmeyişlerinizi, dizilerde klasik müzik dinleyen, resim yapan insanlarla alay edişlerinizi, her şeyden bir lokma alıp tabağı geri gönderişlerinizi, görgünüzü ben sizin, gösterişinizi, eşsiz asaletinizi, size hep iyiliği dokunmuş insanların arkalarından atıp tutmalarınızı, aslınızı inkar edişlerinizi, her tür inkarlarınızı, fakir edebiyatınızı, her cinayeti çocukların gözü önünde işleme sevdanızı, aslında en büyük savaşı çocuklara açmış olmanızı, sonra hiçbir şey olmamış gibi sevgililer günü kutlamanızı, dünya yakışıklılar gününüzü, dünya gelinler gününüzü, ben sizin gününüzü... Alacaklıyım ben bu dünyadan arkadaş. Anadilini güzel kullanmanın garipsendiği bir zamanda lisan alacağım var var bu dünyadan ve aldığımda söyleyeceklerim hiç gitmeyecek hoşunuza, boşuna infilak etmiyor Emrah her ay, sil baştan, ben iftiralarınızı...

Oysa bir güzelin Mecnun'u olsan yeterdi. Leyla mıdır değil midir onu hayat gösterirdi. Sahi hiç kimsenin mutlu olmadığı bir zamanda doğmayı nasıl başardık biz? Bakıyorum herkes başka bir köşeye sinmiş acı çekiyor. Dahası, çektiği acıyı birbirinden gizlemeye de çalışıyor. Oysa ben bir oyunda ebeyi beş yüz metre öteden tanırım, ebelerin bir bakışı vardır, gözlerinde değil alınlarında. Saklambaçta ebenin kimseyi bulamayıp evine dönüşü var ya hani, ben o ebeye kurban olurum ama alacaklıyım dünyanızdan. Düşünüyorum da, artık eskisi kadar aldırmıyorum buna. İnsanın insana ettiği zulmün altında birden çok sebep olsa gerek. Ama bu sefer fazla kalmayacağımdan, art arda yakıyorum kendimi, ateşi bulana kadar. Alacaklıyım ve bunu saymıyorum, geleceğim ben dünyaya bir daha.

bedia ceylan güzelce

p.s: yıllar sonra bu kadar bloga bu kadar kötümser bir yazıyla geri dönmemin sebebi yazıyı çok beğenmem, "relate etmem". yoksa ben de böyle olsun istemezdim :)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

elif şafak - araf şarkıları

elif şafak'ın araf isimli romanında başkişilerden ömer'in dinlediğini saptayabildiğimiz şarkıların listesini yapmaya karar verdim. hatırlayanlar çıkacaktır, ömer bu şarkıları biraz da zaman kavramının yerini almaları için dinliyordu. ne de olsa onu gail'le evlenmeye iten şey gail'in ona zaman kavramını biraz da olsa unutturup onu çocukluktaki hoş ve boş bir anıya kilitlemesi değil miydi?

buyrun liste:

nick cave ... as i sat sadly by her side
steppenwolf ... born to be wild
roger mcguinn ... it's all right ma
stone roses ... made of stone
barry adamson ... save me from my hand
pixies ... where s my mind
david bowie ... i'm afraid of americans
patti smith ... paths that cross
leftfield ... open up
cypress hill ... hits from the bong
barry adamson ... the vibes ain't nothin' but the vibes
system of a down ... chop suey
alabama 3 ... mansion of the gods
queensryche ... suite sister mary
lagwagon ... coffee and cigarettes
lou reed ... stupid man
sugarcult ... stuck in america
something corporate ... i kissed a drunk girl
david bowie ... i'm deranged
anita lane ... sex o'clock - like caesar needs a brutus
banco de gaia ... how much reality can you take
cypress hill ... i want to get high
patti smith ... citizenship
massive attack ... better things
nico ... these days
primal scream ... out of the void
skunk anansie ... it takes blood and guts to be this cool but i'm still just a cliché
primal scream ... don't fight it feel it
the ramones ... somebody put something in my drink
the smiths ... what difference does it make
portishead ... only you
sex pistols ... something else
manic streer preachers ... suicide is painless
chumbawamba ... amnesia
elvis costello ... home is anywhere you hang your head
don allison ... you can be replaced
dead kennedys ... bleed for me
good riddance ... overcoming learned behavior
pj harvey & thom yorke ... this mess we are in
iggy pop and stooges ... gimme danger

21 Kasım 2010 Pazar

İdris Şah demiş ki:
İnsanın işi öğrenmektir. Deve insandan güçlüdür; fil daha büyük, aslan daha yiğit. İnsanın işi ise öğrenmektir bu âlemde.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir internet alışverişi öyküsü/ Bir kargo muhattabının deneyimleri

Bu yazıya konu olan olay 2009 Kasım'ında tarafımca yaşanmıştır.

Hikaye kendime bir bileklik almak istememle başladı. Malumunuz, ikinci el satış siteleri bu konuda bizim gibi üşengeçleri kendine çekiyor. gittigidiyor.com'dan bir bileklik beğendim ve teklif verdim. Teklif verme, kazanma, kargolanma süreci normal şekilde seyretti, olması gerektiği gibi sorunsuzdular.

Kargoyu alma aşamasında ise anlam veremediğim birşey oldu, ürün Aras Kargo'ya verilmişti, elimizde takip numarası vardı. 10 Kasım'da kargoya verilen ürün 11 Kasım'da Ankara'ya ulaşmış, ancak ne hikmetse Ankara Çukurambar şubesinden Lefkoşe şubesine yönlendirilmişti. Beklemeyle geçen 12 ve 13 Kasım'ın ardından 14 Kasım'da internet takip linkine baktığımda büyük şaşkınlık yaşadım. Yurtta kaldığım için de bir karışıklık mı oldu acaba diye düşündüm, neyse efendim danışmaya falan da sorup
gelmediğinden emin olunca şubeyi aradım. Şubede çıkan hanım tarafından önce bilinçsiz/bilgisiz bir müşteri muamelesi gördüm. Sonra ODTÜ adresini vermemden midir, konuşmamın düzgünlüğünden midir, konunun ciddiyetinden midir bilinmez, ciddiye
alınmaya başladım. Yalnız önce kargonun çıkış şubesi olan Karamürsel şubesi ile benim iletişime geçmem istendi. Buna sert çıkınca kendilerinin konuyu halledip en geç 3 gün içerisinde kargoyu tekrar Çukurambar Şubesi'ne getireceklerini söylediler.
Müşteri tespiti: Yani tamam ben iletişime geçeyim o şubeyle desem hiç uğraşmadan baştan savmış olacaklardı.

Şubeyle konuşmamı bitirdikten sonra gittigidiyor.com'a girip bir canlı destek hattı aradım. O anda koskoca sitede bir 7/24 canlı destek hattı olmadığını fark ettim. Ben de destek hattına e-posta atmaya karar verdim. E-postamı kısa zamanda yanıtlarlarsa bana bu da yeterdi. Çünkü otomatik onay süresi dolmak üzereydi, eğer onay verlmezse ürün kendiliğinden onaylanmış olacaktı. Derdimi anlatan e-postayı uygun başlık altında site destek hattına gönderdim, mesajın bir benzerini de satıcıya
göndermeyi ihmal etmedim.

1 saat sonra satıcıdan bana bir mesaj geldi. Satıcıya mesajım ulaşmıştı ve satıcı bu durumu çözmek için araştırma yapmıştı. Satıcının öğrendiğine göre Aras Karamürsel şubesinde etiketleme anında bir karışıklık olmuş, bana gönderilecek pakete Lefkoşe etiketi basılmıştı. Paket buna rağmen Ankara aracına konulmuş, şubeye gelmiş ancak şubeden çıkmadan Lefkoşe'ye yönlendirilmişti.

Lefkoşe'ye giden kargo hala benim adımaydı, yani alıcı bendim ama adres farklıydı. İşin kilit noktası da buradaydı. Kargo bir güvenlikçiye(!) teslim edilmiş, alıcıyı bulma işi güvenlikçiye havale edilmişti. Güvenlikçi ve kargoyu benim yerime alan kişiler de ya kör, ya da duyarsız olmalı ki alıcı adının farklı olmasını hiç önemsememiş, durumu Aras Kargo yetkililerine bildirmemişlerdi.

Çukurambar Şubesi'ndeki yetkililer yasal olarak paketi geri alma haklarının olduğunu, beklersem paketin elbet geri alınacağını söylüyorlardı (Önceden en geç salı elimizde olur denmişken şimdi süre nedense perşembeye çıkmıştı, perşembenin de gerçekçi bir gün olmadığı aşikardı). Bense bir bileklik işinin bu kadar uzamasından rahatsızdım.

Neyse ki satıcı Aras Çukurambar şubesi kadar ütopik değildi. Durumun çözülmeyecek kadar karmaşık olduğunu, pazartesi günü yeni bir kargo göndereceğini, bu kargoyu en kısa zamanda alacağımı belirtti. Bekleme süremi göz önünde bulundurduğumda, önümdeki en makul seçenek satıcının yeni kargosunu beklemek görünüyordu.

Çukurambar şubesindeki yetkililere durumu bildirdim. Lefkoşe şubesindeki taleplerini iptal etmelerini (o talebi de e-posta yoluyla yaptıklarını öğrendiğimde kararımın ne kadar yerinde olduğunu anladım), konuyu satıcı ile aramda hallettiğimi, satıcının yeni bir ürün göndereceğini söyledim. Yeni ürün geldiğinde beni aramalarını söylemeyi de ihmal etmedim. Karşımdaki bayan "ararız efendim tabii ki ararız" dedi ve kapattı.

Bu arada bu olaylardan az sonra gittigidiyor.com'un bana cevabı ulaşmıştı. Bilgim ve onayım dışında satıcıya para transferinin yapılmayacağını, ürün bana ulaştığı anda onayı verebileceğimi söylüyorlardı. Bu beni iyice rahatlattı. Çünkü olması gerektiği gibi eğer sorun çözülemezse mağdur konumunda olacak kişi ben değil, satıcı olacaktı.

17 Kasım günü yeni gönderilen ürün yurduma gelmişti. Tabii ki ararız denmesine rağmen telefonumu kimse aramamıştı. Ama bu sefer işi sağlama almak istediklerinden olacak, odama kadar çıkmışlar, beni bulamamışlar ve kargoyu arkadaşıma vermişlerdi. Tabii kargo alıcı ödemeli olduğundan arkadaşım kargonun parasını ödemişti. Akşam odaya geldiğimde kargonun gelmiş olduğunu gördüm, hemen alışverişe onayı verdim ve bu macerayı burada noktaladım.

SONUÇ:
Bu alışveriş deneyimimde 3 taraf ile muhattap oldum. Bunlardan gittigidiyor.com çok hızlı bir şekilde problemi çözerek benim mağdur olma şansımı sıfıra indirdi. Satıcı ise anlayışlı ve soğukkanlı yaklaşımıyla bana yeni bir ürün göndererek üzerine düşeni yaptı. Ancak Aras Kargo yetkilileri hakkında görüşüm çok olumlu olmadı. Yazımı okuyanların da benimle aynı kanıyı paylaşacaklarını düşünüyorum. Kargoculuk sisteminin bir açığı olarak gördüğüm gelen kargoyu güvenlikçi yada danışmaya bırakma gibi olaylar bana göre kargo şirketinin kargonun iletileceği kişiyle önceden iletişime geçip bir tarih ayarlaması sonucu sıfıra indirilebilir. Aras Kargo'nun bu çerçevede benden aldığı not çok yüksek değil.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Puslu Kıtalar Atlası

Rendekâr doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makûl. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, var olmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.

İşte yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi'nin kafasından tam da bunlar geçiyordu. Onun için artık zaman ve mekanın önemi kalmamıştı, çünkü boşluktan nasıl bir dünya oluşturabileceğini biliyordu.

Düşünme ve düşler üzerine bir yolculuk, puslu diyarlara bir gezi, masalsı anlatımla gelen bir dalmışlık, Puslu Kıtalar Atlası'nda okuyucuyu bekliyor.

İhsan Oktay Anar'ın bu kitabını okumanızı şiddetle öneriyorum. Hatta bununla yetinmeyiniz, yazarın diğer kitaplarını da okuyunuz. Okudukça yazacak, yazdıkça okuyacağım. Çünkü "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır."